Amerikan hükümetinin üç şubesi eşit olacak şekilde tasarlanmış olsa da, Anayasa’nın yapısı, çerçeveleyicilerin tasarım etmiş olduğu şeklinde, her bir şubenin göreli gücü hakkında bizlere bir şeyler konu alıyor.
Madde I Yasama kurar. Madde II yürütme organını kurar. Ve Madde III, federal yargıyı kurar. Şubelerin yetki ve sorumlulukları paylaşmış olduğu doğrudur. Sadece, kurucuların Kurultay’ye – temsil şubesine – başkan yada Yüksek Mahkeme’den fazlaca daha çok yetkiyle güvendikleri de doğrudur.
Kurultay kanun yapar. Kurultay para harcıyor. Kurultay, başkanın kabinesini onaylar ve bir yargıç atayıp atamayacağını söyler. Kurultay yargıyı yapılandırır ve Kurultay, Yüksek Mahkemenin büyüklüğünü ve iş kapsamını belirler.
Tüm bunların sonucu olarak, Kurultay aradığında, öteki şubelerin yanıt vermesi gerekiyor – nezaketen değil, Amerikan anayasal düzeninin kurallarının onaylanması olarak. Çağıl Kurultay zayıf olabilir ve başkanlık, kurucuların beklentilerinin aksine, Amerikan siyasal yaşamının merkezi olabilir, sadece yürütme organının bir üyesinin Yasama Meclisi ile görüşmeyeceğini söylemesi gene de haber kıymeti taşır.
ABD Birleşik Devletleri’nin baş yargıcı John Roberts, hükümetin değişik bir kolu olan Yüksek Mahkeme’dendir. Sadece Senato tarafınca koltuğuna oturtulduğu onaylanan bir anayasa görevlisi olan o, davranışını sorgulamak ve soruşturmak için hala Kurultay’nin yetkisine tabidir. Kurultay aradığında, o da yanıt vermeli.
Geçen hafta, Kurultay başsavcıyı aradı. Yargıç Clarence Thomas ile milyarder bir Cumhuriyetçi bağışçı olan Harlan Crow arasındaki dostluğa ilişkin ifşaların arkasından, Senato Yargı Komitesi başkanı Illinois Senatörü Dick Durbin, Roberts’ı Yüksek Mahkeme etik kurallarıyla ilgili yaklaşan bir duruşmada ifade vermeye çağrı etti.
Durbin, başsavcıya yazdığı mektupta, “Yargıçların öteki federal yargıçlardan ve aslen genel olarak kamu görevlilerinden beklenen etik standartların altında kaldığına dair devamlı bir ifşa akışı oldu” diye yazmıştı. “Bu problemler 2011’de aslına bakarsan barizdi ve Mahkeme’nin on senedir bu sorunları çözmemesi, kamuoyunda bir itimat krizine katkıda bulunmuş oldu.”
Durbin, “Mahkemenin etik standartlarına olan itimatı tekrardan tesis etmenin yolları hakkında yeni bir kamuoyu tartışmasının zamanı geldi,” dedi. “Sizi buna katılmaya çağrı ediyorum ve yanıtınızı dört gözle umuyorum.”
Bu hafta Roberts yanıtladı. Tek kelimeyle hayır dedi.
“Davetinizi saygıyla reddetmeliyim,” Roberts yazdı. “Birleşik Devletler baş yargıcının Senato Yargı Komitesi huzurunda tanıklığı, kuvvetler ayrılığı endişeleri ve yargı bağımsızlığını korumanın önemi ışığında beklenebileceği şeklinde son aşama nadirdir.”
Bu aldatıcı kibar cevap, mahkemenin ve üyelerinin etik davranışlarıyla ilgili soruların mahkemenin bağımsızlığını tehlikeye attığı gerçeğini unutabildiğiniz sürece kulağa mantıklı geliyor. Thomas, milyarder velinimetinin cömertliğinden etkilendi mi? Yargıç Samuel Alito, tutucu yargıçların gözüne girmeye yönelik açık bir kampanyadan mı etkilenmişti? Yargıç Neil Gorsuch, onayının arkasından, mahkeme önünde bolca oranda işi olan kuvvetli bir hukuk firmasının başına Colorado’daki bir mülkün kazançlı satışından etkilendi mi?
Başka bir deyişle, Roberts’ın yargı bağımsızlığına yönelik bir soruşturmayı atlatmak için yargı bağımsızlığını iddia etmesi gerçek bir küstahlıktır.
Bu kaçamaklardan daha çarpıcı olanı, Roberts’ın yanıtını bitiriş biçimidir. Mahkemenin dürüstlüğü hakkında ciddi sorularla karşı karşıya kalan Roberts, bu durumların ortaya çıkmasını engellemek için neredeyse hiçbir şey yapmayan bağlayıcı olmayan bir etik belgesine işaret etti. “Mahkemenin etik meselelere yaklaşımıyla ilgili olarak,” diye yazdı, “Yargıtay’ın mevcut tüm üyelerinin katılmış olduğu bir Etik İlkeleri ve Uygulamaları Beyannamesi ekledim.”
Roberts saldırgan yada çatışmacı bir mektup yazmadı. Gene de, kendi gücü ve yetkisi ve mahkemenin gücü hakkında sessiz bir şekilde saldırgan ve çatışmacı bir iddiada bulunuyor. Roberts’a nazaran “güçler ayrılığı”, mahkemenin hükümetin öteki organlarını yöneten denetim ve denge sisteminin haricinde olduğu anlamına gelir. “Yargı bağımsızlığı” da benzer şekilde, kendisinin yada mahkemenin herhangi bir üyesinin davranışları hakkında Kurultay ile konuşma yükümlülüğü olmadığı anlamına gelir. Roberts’a nazaran mahkeme denetim eder, sadece denetim edilemez.
Georgetown’dan Josh Chafetz’in söylediği şeklinde, bir takım hukuk bilimcisi, federal yargıdaki mahkemelerin yasama ve yürütme organlarının mühim yönetim kararlarını ele geçirdiği ve seçilmiş yetkililerin bunu yapma kabiliyetini küçümsediği, son birkaç yılda yargı yetkisinin ele geçirilmesine dikkat çekti. Üniversite Hukuk Merkezi, “ilkeli, yetkin yönetişimle meşgul olun” diye yazıyor.
Amerikan siyasetindeki bu gelişmenin baş yapıcılarından önde gelen Roberts, esasen bu mektubu Kurultay’ye durumun gerçekliğini açıklamak için kullanıyor: Konuşmayacağım ve beni zorlayamazsın. Ve o haklı, Kurultay’nin gücü olmadığı için değil, oyları olmadığı için. Oyların çoğunluğunun olmaması durumunda, Senato Yargı Komitesi bir yargıç çağıramaz. 218 oy yokluğunda Meclis bir yargıcı görevden alamaz. Ve 67 oy olmadığında Senato bir adaleti ortadan kaldıramaz.
Kurultay’nin mahkemeyi disipline etmek için atabileceği adımlar var – bütçesini daraltmak, dosya kapsamını daraltmak, bizzat etik kuralları dayatmak, hatta mahkemeyi 19. yüzyıldaki şeklinde “seyahat devresi” haline getirmek – fakat bunlar Meclis’te çoğunluk ve bir haydutluk sebebiyle Senato’da üstün çoğunluk ve milletvekilleri (ve bilhassa Demokratlar) içinde, eğer şansları var ise bunu takip etme mevzusunda bir düşünce birliği.
Bilhassa acıklı değil, sadece Mahkeme Başkanı Roberts ile mahkemenin etiği ve halka ve temsilcilerine karşı sorumluluğu üstüne meydana getirilen bu düşünce alışverişi, şu anda Amerikan siyasetinin mühim bir gerçekliğini göstermek için yakın geçmişteki neredeyse her şeyden daha fazlasını yapmış oldu: Yüksek Mahkememiz, anayasal düzende olmasıyla birlikte onun üstünde beliren, kendine özgü filozof-kralların cübbeli, kendilerinden başka hiç kimseye hesap vermeyen bir mahkemesi değildir.